18 Kasım 2011 Cuma

KIZLAR GEVEZE

Psikoloji hocam, Ercan şahin' in tespitleri kesinlikle dikkat çekici. Mesela kızlar neden gevezeymiş anlattı bu hafta sonu. Diyor ki; çocukken kız çocukları erkek çocuklarına göre daha fazla konuşmak zorunda bırakılıyor, bu yüzden de kızlar büyüdükçe bu alışkanlıkları pekişiyor ve geveze oluyorlar. Nasıl mı? Çok basit. Erkek çocuk değerlidir ya, o elini uzatarak suyu gösteriyor annesi hemen koşuyor su getiriyor. Yüzünü ekşiterek televizyona bakıyor erkek çocuk, annesi hemen istediği kanalı açıyor. Böyle böyle erkekler çok konuşmak zorunda kalmadan kendini ifade etmeyi öğreniyor. Kızlar ise kendini ifade edebilmek için sürekli konuşuyorlar. İstedikleri şeyleri uzun uzun anlatmaları gerekiyor, diyo Ercan Hocam, ve ekliyor; anlaşılmayan insan çok konuşur.

Kızların geveze olma sebebinin bilimselliğe dokunduğu noktaları tartışmak gerekir. Kızların geveze olduğunu da elbette. Ama anlaşılmayan insanın çok konuştuğuna inancım tam. Çünkü doğamız gereği onaylanmak istiyoruz, birileri desteklesin istiyoruz bizi. Yalnız kalamıyoruz. İstiyoruz ki bizim gibi düşünen insanların da var olduğunu bilelim. Hatta bilmek bile yetmiyor bazen. Haykırmak istiyoruz doğaya, bak benim gibi düşünen çok insan var aslında diye. Anlaşılmak istiyoruz... Çünkü ancak bizi anlayan insanlar bizi onaylar. Düşüncelerimizin peşi sıra gelmeleri için, önce bizi anlamalılar.

Anlaşılmayan insan sadece çok konuşmaz. Bazen de yazar. Tanımadığı insanlara seslenir. Süsler de süsler kelimelerle düşüncelerini. Kurduğu hayallerini yazar mesela. Hiç görmediği bir şehirde, hiç yaşamadığı bir iklimi. Oturur mesela masaya isyanlarını yazar, uzun uzun anlatır suyun önemini, dikkatli kullanmamız gerektiğini. Sokakta gördüğü evsizlere üzülür, gelir üzüntüsünü anlatır. Bir diğerinin derdi kadına şiddettir mesela, yaşadıklarını, gördüklerini, içinde kızgın nehirle akan bütün isyanını yazar.

En çok aşk hakkında amatör yazıların olması tesadüf müdür sanki? Hepimizin karaladığı bir şeyler vardır aşk hakkında. Çok sevmişizdir, duygularımız aklımızı avuçları arasına almıştır ama en çok da anlaşılmadığımızı düşündüğümüz için sarılırız kaleme ve kağıda.

Ben takip ettiğimde mantığımın izlerini, yazdıklarımız farklı olsa da bir çoğumuzun anlaşılmadığı için yazdığını düşünmeye başlıyorum. Ercan hocama saygılar, kendisinin sözlerine katılıyorum; anlaşılmayan insan çok konuşur ve ekliyorum; bazen de yazar.

BANKALAR



Babamın bazende dedemim maaşlarını çekmek için atm ye gidişlerimi saymazsak banka şubeleriyle neredeyse hiç işim olmadı üniversiteye başlayana kadar. Okula giderken yolda gördüğüm kendi içinde ayrı birer dünyaydı onlar. Zaten eskiden Gümüşhane' de çok az bankanın şubesi vardı.

Üniversiteye başladığımda, babamın bana ek kart çıkartmasıyla artık şubenin içine girmeye başladım. Kısa saçlı, uzun boylu, esmer bir bayan yapmıştı ilk işlemimi. Ek kart çıkartılmıştı. O kumdan kalenin içindekilerini, kendini beğenmişler diye pek sevmezdim.

İlk işlemimi yaptığım o gün, bir tanesini; kendini beğenmek hakkı diye etiketledim. Hem kendi işlerini yapıyor, hem başka çalışanlara yardım ediyor. Genç ve güzel biri. Tesadüf bundan sonraki bankaya gidişlerimde aldığım numaralar hep ona denk gelirdi, işlemlerim bitmesin isterdim. Ya da beklerken sıramı, zaman ağırlaşsa diye geçirirdim içimden. Onu bir kaç seferde Trabzon' da alış veriş yaparken görmüştüm. Gümüşhane'den birinin gelip Trabzon' da alışveriş yapması kadar doğal birşey olamaz. Ama kimse tek başına gelip alışveriş yapmazdı. O yalnızdı. Ben daha 2. sınıfı bitiremeden o gitmişti sanırım. Zaten ödeme işlemlerimi bile artık internetten yapmaya başlamıştım.

İkinci banka maceram ise, bana burs yollamak isteyen teyzenin sayesindeydi. Başka bir bankanın Trabzon şubesinde yeni başlayan bir bankacı çıkmıştı bu sefer karşıma. Sürekli başkalarına sorular soruyordu, bilgisayarla ilgili bir kaç kısa yolu da ben gösterdim. Aslında çok da zor değilmiş diye düşündüm burada çalışmak. Keşke işletme, iktisat okusaymışım, bende girer bankada çalışırdım demiştim o gün. Takım elbiseli, şık insanlar, güzel çalışma ortamları da var. Acaba yanlış bir bölüm mü okuyorum deyip ayrıldım o gün şubeden.

Bu iki maceramdan sonra, borsayla tanıştım ve finans işleriyle sürekli ilgilenmeye başladım. Okul bitince kendi bölümüm olmamasına rağmen bütün bankalara cv mi yolladım, iş başvurusu yaptım. Ve iş başvurusu yaptığım bankaların birinin nihayet sınavına girmeye hak kazandım. Bu fırsatı kaçırmamak için elimden geleni yaptım ve sınavı kazandım. Şimdi bazen durup düşünürüm acaba o yıllar gördüğüm bankacılar gibi görünüyor muyum ?

Annem, Trabzon, Gümüşhane, İstanbul

Üniversiteden önceki öğrencilik hayatımda Trabzon' a gitmek çok önemli birşeydi. Herkes gidemezdi. Orası farklıydı. Gümüşhane' de hiçbirşey yoktu da herşey Trabzon' da vardı sanki. Sınıfça geziler düzenlenirdi, arkadaş grupları toplanıp birlikte giderdi. Oysa ailem izin vermediği için ben hiç gidemezdim. Arkadaşlarımın gezi fotoğraflarına bakardım öyle göz ucuyla.

Soğuk bir kış günü; akşam vakti sobanın yandığı odada televizyon izliyorduk. "Büyüyünce daha çooook gidersiniz, o kadar çok yere gidersiniz ki bıkarsınız" diyordu annem. Hiç düşünmedim o gün, annemin o sözünü ciddiye bile almamıştım. Ama gerçek oldu. Çok gittim geldim Trabzon' dan Gümüşhane'ye, Gümüşhane'den Trabzona. Üniversiteyi Trabzon'da okudum. 4 yıl boyunca hemen hemen her haftasonu gittim geldim o yolu. Bıktımda.

Bu büyümek işi ne zaman biter bilmiyorum. Ama bu gitmek işi, bu gitmelerden bıkma işi hiç bitmeyecek gibi. Hani denizdeymişim, ama küçük bir tekneyle, hemde öyle uzaktaymışım ki, kara görünmüyor. Uzaktayım işte.

Yeri geldi diye açılıverdim şimdi. Nicedir dolaşıp duruyorum zaten aynı sularda. Durup durup bakıyorum etrafıma. Her canlı kendi iklimini yaratmış. Hepsinin ait olmak için benden daha çok sebebi var. İklim demişsem öyle yağmur, rüzgar, sıcak, soğuk değil söylediğim. Dağından tepesine, güneşinden yağmuruna dolusuna kadar, denizine okyanusuna kadar herşeyden biraz almışlar yanlarına. Ben durup durup bakıyorum. Yanaşmıyorum kıyılarına, konuşmuyorumda. Bakıyorum uzaklara. Hazır buldum seni diye anlatıyorum. Yoksa zaten kim kimin umurunda. İstanbul'da.

ÇOK ŞANSLIYIM BEN

Çok şanslıyım ben. İstanbul hiç utanmaz, hiç çekinmez en güzel yerlerini bana gösterirken. Bu ağaçlı yol mesela. En sevdiğim yerlerden biri. Üstelik o kadar şanslıyım ki, sabahları bismillah ım, akşamları uykuya dalışımdır.

Dolmabahçe den bahsediyorum. Sarayın yanındaki bu ağaçlı yol insanın içini huzurla dolduruyor. Yeşilin her yerde güzel tonlarına rastlayabilirsiniz ama ben o kadar dağ, bayır, bahçe yeşillik içinde büyümüş olmama rağmen hatırlamıyorum buradakinden daha güzel bir tonunu. Sadece ağaçlardaki renkle alakalı değil bu belkide, güneş ışıklarının yansıması ve açısı da burada mükemmel. Hele sabahları ne güzeldir keşke gösterebilsem. İş yerime yaklaşırken, tam da buraya gelince uyanırım servisteki köşemden. Gülümseyerek izlerim tabiki. Günaydınım olur dolmabahçe.

Duvarlarda Ulu Önder Atatürk ün resimleri var. Gitmemiş işte, aslında hep varım diyor. Akşamları çok yavaş gidiyoruz bu yoldan geçerken. Başkaları trafik yüzünden diyor ama alakası yok, resimler akşamları aydınlatılıyor daha iyi görebilelim diye. Yol boyu, o günlerin hayalini kuralım diye. Ha bir de unutmayalım diye Ulu Önderimizi. Unutmayalım hangi günlerden bu günlere geldiğimizi.

Geçmişimizi unutmayalım değil mi?

IŞIKLAR, EVLER, ŞEHİRLER...



İnsanı büyüleyebilecek bir manzara bu gördüğüm. Bir göle benzeyen ama asla göl olamayacak kadar büyüğüm diye haykıran deniz; etrafında ışıklardan renk renk takıyor küpelerini. Bir ucu avrupa diğer ucu anadolu.

Buradan bakınca çok değerli bir şeye baktığını fark etmeye daha başlamadan, içinde gurur ve büyüklük hislerinin görüyor insan. Sayısız renk var etrafta ve sayısız ışık. Her yer gecenin kaçı olduğuna aldırış etmeksizin kalabalık...

Yalnız değilsin istanbul. Hiç kendi haline bırakmaya niyetimiz yok seni. Her sokağında, çocuklarınla, eşkiyaların, öğretmenin, bankacın, zenginin, fakirin türlü türlü insanınla üzerindeyiz. Yapıyor yıkıyor ama hiç durmuyoruz. Anlayacağın rahat bırakacağımız yok seni...

Bir de memleketimde, köyümde bir ev var, bir sokak lambası onunda yanı başında... 3 katli bir ev. En üst katı çatı katı, hiç kullanılmadı, kir pas fare boku içinde. 2. kat ki benim en sevdiğim, uzun balkonundan dağları seyrederim. Alt katı en çok kullanılanı. Kim gitse orada yemeğini orada yaptı...

Düşünürüm işte acaba İstanbul mu öykunur ona, yoksa o mu İstanbul' a,  cevabını asla vermezler bana.

www.kisi-sel.com

SOKAK SESLERİ

Basit bir sokak aslında şu anda gördüğümüz. Ben içindeyim, siz bu yaşanmışlığa uzaktan bakıyorsunuz. Diğerlerinden farkı şu an benim içinde bulunup, resmini çekmis olmam değil elbette.

Bazen bu anı daha öncede yaşamıştım ben dersiniz ya, ben şu an bu anı daha once yaşamamıştım ama izlemistim diyorum. Hangi eski film bilmem. Hatırlamam hangi yıl çekilmis, siyah beyaz bir filmde gibiyim. Bir sürü insan yürüyor. Başka biri yaslanmış bir bankanın camına, insanın kanına dokunan birşeyler çalıyor. Solda, yapı kredi bankasının önünde. Insanlar hem farkediyor hem duyuyor hem de yok sayıyor çalan kişiyi.

Verebilecek param olsa hani, vermek, beni mutlu ettigi kadar mutlu etmek istiyorum onu da ama sadece bu yazıyı yazabilmek geliyor elimden.

HANI OLUR YA BAZEN

Bazen herkesin kacmak istedigi anlar olur. Gercek agir oldugu icin yok saymak istersin mesela. Ne bileyim kulaklarini kapatmak istersin duymamak icin. Keske bilmeseydim falan dedigin olur.

Sıkıldıgında, bunaldıgında kacabildigin bir yer varsa iste o zaman sanslisindir. Cunku gercekle yuzlesinceye kadar bir es istersin hayattan ve kacabildigin bu yer sana bu es i verir. Seni stresten biraz olsun kurtarir. Ne mutlu ki istanbul da yasayanlar icin boyle bir yer bulmak cok da zor degil.

Ben mesela ne zaman bunalsam boyle yerlerimden birine kacarim. Mesela istiklal caddesi, insanlarin arasina karismak cogu zaman bir yagmurda islanmak kadar rahatlatir bedenimi. Ya da galata koprusune cikip denizi falan izlemek. O kadar guzel ki, bir yandan galata kulesine bakarsin bir yandan durmadan calisan vapurlara. Denizin isiltisina bakarsin. Sabah gun dogarken baska guzeldir, aksam gun batarken baska guzel.

Hani olur ya bazen unutmak istersin biseyleri, baska hic bisey dusunmeden suya bak. Dalgalar temizler alır senden uzağa götürür herşeyi.

GİDENLERE DE SELAM OLSUN GELENLERE DE

"adamın biri suç işleyip hapishaneye düşmüş. 30 yıl hücre hapsine çarptırılmış. günler geçtikçe umudunu yitirmeye başlamış, derken bir yerden bir karınca çıkmış gelmiş. almış onu eline, okşamış, ekmek ufalamış eline, karınca hemen yemeye başlamış. arkadaş olmuşlar. adam karıncayı kibrit kutusuna koymuş, her gece baş ucuna koyup uyurmuş. bir gün hapishane den çıkmış adam. meyhanenin birinde bir arkadaşına rastlamış. arkadaşı adamı masanına davet etmiş. bir sürü meze içki falan söylemiş arkadaşı adama. sonra da sormuş, hadi anlat bakalım neler oldu, nasıl geçti hapishane günlerin? diye adam cebinden karıncasını çıkarmış, masaya koymuş, arkadaşına dönüp bunu görüyor musun demiş.
arkadaşı da " bu ne ya " deyip parmağıyla karıncayı ezmiş ve garsona dönüp bağırarak kızacakken adam eliyle arkadaşına mani olmuş ve bir karınca için kimseyi kırmaya değmez demiş...."

vesaire vesaire filmini izledim bu hafta hikaye de orada anlatılıyor. filme beklenen ilgi gösterilmemiş olacak ki girdiğim salonda hemen hemen kimse yoktu. film Tunç BAŞARAN filmi. Tunç BAŞARAN ı uçurtmayı vurmasınlar film inden tanıyorum. konu olarak çok duygusal konular seçmesini duygusallığına, filmleri içerisindeki hayatı sorgulayan karelerin çokluğunu da asi ruhuna bağlıyorum..

ben sinema eleştirmeni değilim. oyuncuları ya da konunun işlenişini fazlaca eleştiremem. ancak; eğer ruhunuz bedeninize ve yaşadığını şehre sığmıyorsa, eğer içinizde bir yerde herşeyi bırakıp bir sincap gibi yaşamaktan başka birşey düşünmeden nefes almak fikri uzaklara gitmek isteğiyle beliriyorsa bu filmi izleyin..

filmde ünlü bir yazarın hastalığından dolayı az ömrü kaldığını öğrendiğinde, rüzgar nereden esiyorsa oraya savrulup yaşama yeniden tutunuşu anlatılıyor..

başka bir bakış açısıyla bakarsak bizi hayata neyin bağladığını, neyin kopardığını çok ama çok iyi nitelememiz ve bizi hayattan koparanlardan kesin bir tavırla uzaklaşmamızı, hayata bağlayanlara ise güçle sarılmamızı öğütlüyor. kendimize saygı ve sevgiyiyi esirgemeyelim diyor.

" öyle anlar vardır ki ömre bedel, kadınlar anlaşılmak için değil sevilmek için vardır" cümleleri filmde dikkatimi en çok çeken cümlelerdi.

şizofren olan bazı yan karakterler bizleri topluma karşı daha anlayışlı olmaya çağırıyor..

filmin sonu şaşırtıcı bir şekilde bitse de diyor ki ; gidenlere de selam olsun gelenlere de..

Tarih: 21 Nisan 2008





Mor İğneler Geldi



Kadınlar yeniden mor iğneleri ile gezmeye başladı. 20 yıl önce yapılan mor iğne eylemleri 11 ocakta yeniden başladı.

kadınları belli saatlerde dışarı çıkamamaya belli sokaklarda yürümemeye iten korku bir çok erkek tarafından etrafa yayılıyor. bu duruma daha fazla seyirci kalmak ve daha fazla kısıtlamalara maruz kalmak istemeyen kadınlar özgürlükleri için haykırıyorlar. " HİÇBİR TACİZCİ KENDİSİNDEN KİBARCA RİCA EDİLDİ DİYE TACİZİNDEN VAZGEÇMEYECEĞİNDEN GÖZLERİ YUMUK ERKEK ADALETİNE SESLERİNİ YÜKSELTİYORLAR; KADINLAR ARTIK MOR İĞNELİ ÇANTALARIYLA SOKAĞA ÇIKIYOR... GELENEKSEL YILBAŞI TACİZİ GÖRÜNTÜLERİYLE HATIRLADIĞIMIZ OTOBÜS ANILARIMIZ, MEMELERİMİZE BİZİM DIŞIMIZDA İKİ AYRI KADIN MUAMELESİ YAPANLARIN GÖZLERİNDEN AKAN SALYALAR, KALÇALARIMIZA YAPIŞMIŞ KÜFÜRLÜ SÖZLER, ERKEK OTURUŞU DENİLEN KIYAĞIN KADINLAR AÇISINDAN BACAKLA BACAK OKŞAMAYA VARAN SALDIRILARA DÖNÜŞMESİ VE TABİİ FOTOGRAFLARDA GÖRDÜĞÜMÜZ EN GİZEMLİ SOKAKLARIN KÖŞELERİNDE DİKİLEN TACİZCİLER, ÇETREFİLLİ YOLLAR*... "

Açıkcası bu hareketlerinin kısa sürede sonuç vereceğine inancım yok. Belki tacizciler bu hareketi dikkate almayacak bile. Ancak kadınlar açısından baktığımda çok önemli buluyorum. çünkü kadınlar sokaklarda yaşadıkları tacize bireysel olarak ne kadar tepki verseler de bir anlamı olmuyor. Bu tarz konuları yakınları ile konuşmaya da çekiniyorlar. bunun sebebi birçok insanın taciz olayında her zaman kadınların da suçlu olduğunu hatta çoğu zaman en çok onların suçlu olduğunu düşünmesi. "dişi köpek kuyruk sallamasa erkek köpek..." sözüyle tacizcileri savunanlar bile var. Oysa bu tip birlikte karşı çıkışlar toplumsal olarak sindirdiğimiz "kadınların o saatte sokakta bulunmasının tacizi haklı çıkarması" gibi söylemleri zamanla değiştirebilir. Kimbilir bir gün kadınlara " bunu giyme, şu sokaktan geçme, şöyle davranma, camdan dışarıya bakma " gibi öğütler vererek kadını tacizden korumaya çalışıp bu hareketleri yapmadığını gördüğü kadınları taciz etmeyi mantığına ve vicdanına sığdırabilenler ya da bu durumlarda tacizin haklı olduğunu düşünenler kendilerini de eleştirebilirler. İnsanlar karşı cinslerine daha fazla saygı duymaları gerektiğini zamanla fark edebilirler.zamanla...

SON SÖZ: Bu dünya hepimizin diyebilmek için içe kapatmaya ve karanlıkta siyahlarla yaşatmaya gerek yok, açalım beyinlerimizi aydınlıklara, kafalarımız günışığında kalsın ki birlikte öğrenelim sevgiyi ve saygıyı.

*alıntıdır kaynak: www.morigne.blogspot.com

Tarih: 20 Mart 2008

ROMANTİK

İki yakın arkadaş olan Gökhan ile Ömer, çok güzel ve bir o kadar da gizemli bir kızla tanışırlar. Yasemin ismindeki bu kız ağzından tek bir kelime dahi çıkmayan, sessiz ve çok ilginç bir karakterdir. Zor olansa, bu iki yakın arkadaşın da aynı kıza karşı duygusal bir şeyler hissetmeye başlamasıdır.

Ömer daha Yasemin' i görür görmez aşık olur. Onun dikkatini çekebilmek için herşeyi yapar. Ve bir gün Yasemin konuşmaya başlar. Yasemin' in hayata yeniden dönüşü olur Ömer. Ama... Bir gün bir cinayet olayına istemeden karışır, kaçmak zorunda kalır. Uzak kaldığı süre boyunca Yasemin e mektuplar yazar ancak bunları doğrudan gönderemeyeceği için arkadaşı Gökhan' a gönderir ve onun mektupları Yasemin e ilettiğini düşünür. Oysaki gönderdiği mektupların Gökhan tarafından Yasemin'e ulaştırılmadığından habersizdir ve yinede aşkını içinde büyütür. Gökhan ise bu arada fırsatı değerlendirmekte gecikmez, Yaseminle bir birliktelik yaşayıp nişanlanır, kısa sürede evlenmeye karar verirler.

Şu ana kadar okuduklarınızı boşverin! Aslında Romantik hiç de burda yazılan gibi bir film değil. Kahramanımız, bir kıza aşık olur; onun mutlu olmasını dilerken aşıkları ayırmaya çalışan bir kötü adamla tanışırız. Ama birden film başka bir hal alır ve durum değişir. asıl kahramanımızı bırakarak kötü adamın peşine takılırız. Artık kahramanımız kötü adamdır. Şimdi de sıra onun öyküsü ile tanışmaktır.

YA HEP İNANDIĞIN ŞEY GERÇEK DEĞİLSE!

Film bu cümleyi anlatıyor hatta daha da öteye gidip yaşatıyor. film boyunca izleyenlere farklı farklı kurgular düşletiyor ama sonrasında hepsinden öteye gidiyor. İzlemediyseniz mutlaka izleyin.

Film müzikleri çok güzel olmuş. Pamela' dan sensiz saadet neymiş isimli şarkıyı dinlemek çok etkileyiciydi. teomanın sonbahar isimli şarkısınıda çok mükemmel bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.





YABANCININ GÖZLERİ

Herkes aynı yere baksa aynı şeyi görür mü? Herkes farklı gözlerle aynı yerlerde farklı şeyler görür. Neden başkalarını anlamakta bu kadar zorlanıyoruz sanıyorsun? küçük bir çöp kutusuna bakan biri karnını doyuracak bir şey var mı ( gerçekten var böyle insanlar ) diye aklından geçirip açlık hissederken bir diğeri çöpünü atacağı bir kutu diye bakıp, üzerindeki pislikten kurtulma hissini hissetmektedir.

İnsanlar en çok ergenlik çağlarında başkalarının gözüyle bakmakta; ama o da başkalarının başka olaylara bakışını değerlendirmek için değil kendilerinin nasıl algıladıklarını öğrenmek için. Kendi dış görünüşlerine ve ruh hallerine alışmaya çalışırken topluma karşı ne kadar absürd bir tutum içinde olup olamadıklarını anlamak için. Ergenleri bir kenara bırakalım kendi sorunlarıyla, peki ya yetişkinler? Başkasının gözleriyle bakmak geçer mi içinizden?

Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Günümüzde "empati" denildiğinde akla Carl Rogers gelir. Bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine "empati" adı verilir. Yani 3 aşamalı bir süreçtir empati. bunlar

1) Kişisnin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması.

Her insan dünyayı farklı algılar. Empatinin bu basamağında karşımızdaki kişi gibi dünyayı algılamamız gerekiyor. Onun gördüğü şekliylele görmeliyiz nesneleri, olayları.

2) O kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi.

burda bahsedilen iki durum var. Biri bilişsel olarak o kişinin düşüncelerini anlamak. Herhangi konudaki düşüncelerinin ne olduğunu bilebilmek. ikinci durum ise duyusaldır. O kişinin duygularını anlayabilmektir. Sadece düşüncelerini anlamak yetmez, aynı zamanda neler hissettiğini yani duygularını da anlamalıyız empati yapmış olmak için.

3) Anlayıp hissettiği duygu ve düşünceleri ona iletmesi.

Yani sadece karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini anlamak yetmez. Aynı zamanda bunu kendisine de anlatmamız gerekir. Araştırmalar empatinin bu basamağının yapılmakta çok zorlanılan basamağı olduğunu göstermiştir... Örneğin; Bir sıkıntımız olduğunda, bizimle konuşan kişi, dostça bir gülümsemeyle kolumuza dokunup sıkıntımızı sözelleştirirse, örneğin "son günlerde çok bunalmışsın" derse, rahatladığımızı hissedebiliriz...

Bu günlerde insanları anlamaya çalışıyorum, görüşlerdeyim bütün gözlerde.

Tarih: 27 Kasım 2007





BENZEMEZ KİMSE SANA

Bundan yıllar önce, yaklaşık 2000 yıl önce şu tespitte bulunmuş Heraklit; herşey sürekli bir akış içindedir; herşey akar; bir nehre iki kez giremezsiniz; çünkü ikinci seferinde ne o nehir aynı nehirdir, ne de siz aynı sizsiniz. Değişmeyen tek şey değişmedir. Bu teze karşı tezler çok çabuk atıldı ama heraklit tamamen haksız değildi. Hepimiz büyüyoruz ve deneyimler kazanıyoruz. Herhangi bir kitabı ikinci kez okuduğunuzda bile farklı şeyler anlayabilirsiniz, ya da bir filmi ikinci izleyişinizde daha önce fark edemediğiniz bazı ayrıntıları fark edebilirsiniz... En azından sizin fikirleriniz daha olgun ya da daha farklıdır.. Oysa hayatta değişmeyen şeylerde varmış..

Biz büyüdük yeni insanlar tanıdık, yeni şehirler tanıdık, çok mutlu olduk bazen.. Bazen beraber ağladık, zamansız kapılarını çaldığımda oldu. Çok aldandığımız da; içimizde besledik haini bazen... Ama hep beraberdik.. Değişmeyen tek şey dostluğumuz oldu, kalitesi her gün daha da artan dostluğumuz.. Nasıl koruduk bu kadar bilemiyorum. Tek bildiğim kelimelerle tarif etmenin imkansızlığı.. Bence hayatın ta kendisi bu; "sadece yaşanır."

Mutlaka dostu olmalı insanın. Ne olursa olsun şüpheye düşmeyeceği biri. Melih her yönüyle bir harika, çok şey öğrendik şimdiye kadar bundan sonra da böyle devam etmesi için elinden geleni yapmak boynumun borcu.. Eğer platonun dediği gibi idealar dünyası varsa; dost denen kelimenin tam karşılığıdır melih.. Bunu eminim platonda görse söylerdi..

Dostum iyi ki doğdun sensiz bir hayatın anlamsızlığından bahsetmeme bile gerek yok bunu herkes görüyor.Emin ol benzemez kimse sana!
Doğum günün kutlu olsun..
SENİ ÇOK SEVİYORUM

Tarih:25 Eylül 2007

olur böyle arada.... sırada... okulda....

bazen bütün planları yeniden gözden geçirmek lazım. soğuk kanlı olmalı. uygun bir planla yeniden düzenleme yapmalı. herşeyin başı sağlık, eğer sağlıklıysanız herşeyin üzerinden gelebilirsiniz.

dün açıklanan sınav sonuçlarıma göre çok riskli bir duruma düştüm.mutlaka bütünleme sınavlarında bahar dönemine ait sınavlardan 2 tanesini geçmem gerekecek, çok iyi seçim yapmalıyım hangi 2 dersi geçme konusunda.. ayrıca tatilimde sanırım tatil olmaktan çıkıyor.. tatil kelimesinin anlamı nedir? tdk nın güncel sözlüğünden bir bakalım.

tatil 1:Kanun gereğince çalışmaya ara verileceği belirtilen süre, dinlenme

tatil 2:Okul, meclis, adliye vb. kuruluşların çalışmasını durdurduğu veya kapalı bulunduğu dönem.

tatil 3:Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan geçirilen süre

bu durumda eğer okulun kapalı durduğu günleri tatil diye nitelersem evet yaz boyu tatildeyim ama bana sorarsanız ben 3. anlamı tatilden sayarım ve yaz boyu ders çalışmak zorunda olacağımı göz önünde tutarsam, ders çalışmayı eğlenceli bulmadağım sürece tatil yapmıyor olacağım!

ey polya gel de çık şimdi işin içinden! ben hangi dersleri seçip sınava gireyim? hiç sevmediğim ama geçtiğim takdirde diğerlerine oranla beni en çok rahatlatacak olan ve de 3 defa geçemediğim fizik dersini mi sınamalı kaldığım elementer sayı kuramını mı, hiç beklemediğim ve geçtiğime kesin gözüyle baktığım halde kaldığım olasılık 2 den mi? ya da bütünleme sınavına girdiğim takdirde kesin geçebileceğim analiz 4 den mi? hadi gel bir el at be? cebire giriş ve olasılık 1 den zaten gireceğim onlar birinci dönemden... neyse stres yok.. rahat olmalı ve düşünmeli! bu problemi çözerim ben.. tabi canım ya...

Tarih: 29 Haziran 2007

Peki Ben Şimdi Ne Yapacam?

iki hafta boyunca üniversitede bile değişmeyen çok sevgili ezber sistemimiz sayesinde matematiğinden eğitim derslerine bir çok konuyu ezberledim!.. sınav, yurt ve yalnızlıkla boğuşmanın verdiği stresle nasıl başa çıktım bende bilmiyorum.. şimdi herşey bitti.. artık tatil başladı!...

peki şimdi ne olacak? ne yapmalıyım! öncelikle polya nın problem çözme basamaklarını hatırlayalım.

1) problemi anlama
2) plan hazırlama
3) planı uygulama
4) değerlendirme

bu basamakları teker teker çözümleyelim.. problemlerimiz neler? mutsuzluk, başarmam gereken kpss sınavı, alttan aldığım dersler için girmem gereken bütünleme sınavları...

öncelikler problemleri teker teker ele alalım... sırayla basamakları uygulayalım..
mutsuzluk problemi..
1) mutlu değilim ve mutlu olmak istiyorum..

2)bu problemi çözmek için beni sadece kısa vadede değil uzun vadede de mutlu yapabilecek şeylere odaklanmalıyım... peki beni neler mutlu edebilir? öncelikle okuyamadığım, yazın okuyacağım dediğim kitapları bitirmek beni çok mutlu eder.. barışıyorum projemi hayata geçirmek için gerekli insan gücünü bulmak beni çok mutlu eder.. sosyal sorumluluk projeleriyle daha mükemmel bir kent oluşturmaya çalışıp, böyle bir kentte yaşayacak olmak beni uzun vadede de mutlu edecek şeylerin başında gelir.. evet biraz da zayıflamak beni mutlu edebilir.. arkadaşlarımla daha çok görüşmek beni mutlu edebilir.. gitar çalmaya yeniden başlamak beni mutlu edebilir..akşamları 6 dan sonra yememek ve de sabahları spor sanırım iyi olabilir

3) kitap okumaya bugünden başlamalıyım.. hangi kitapları hangi önceliğe göre okuyacağıma karar vereceğim öncelikle.. hangi saatlerde kitap okumam gerektiğine karar vereceğim..
barışıyorum projem için gerekli insan gücünü gördüğüm her arkadaşımla konuşarak aşmaya çalışacağım.. ve muhtemelen 2 hafta içerisn de bir toplantı hazırlamaya çalışacağım..
projeyi şehiri daha bilinçli hale getirme odaklı yönetmeye çalışacağım.. arkadaşlarımla gereken maksimumlukta görüşme talebinde bulunacağım.. gitar çalmak için gerekli proğranları ve videoları netten bulup indirerek yeniden çalmaya başlayacağım..

4) uygulama planımı uygulamaya koyduktan sonra işleyeceğini düşünüyorum.. daha iyi bir planın varlığını sanmıyorum...ama yine de düşüneceğim...

diğer problemler için ders notlarımın açıklanmasını bekleyeceğim..


Tarih:23 Haziran 2007

Bir Sigara Daha

Bir sigara daha. Ne çok söylendi, ne çok anlatıldı, ne çok görmezden gelindi sigaranın zararları, farkındayız değil mi? Lüzum yok tekrardan anlatmaya, ama bir sigara daha!
Bu yazıyı yazıyorum çünkü; "böyle gelmiş, böyle gider." demesin gençler. Sorgulayan bir toplum benim hayalim..

Biliyorum bir çoğunuz elinde sigarasıyla sokakta yürüyen birine dikkat etmediniz. Yanından geçenleri dumanıyla zehirlemesini görmezden geldiniz. Önemsiz gördünüz, hem açık hava dediniz..Ama söyler misiniz; özgürlüğüne düşkün bir toplum olarak, başkalarının özgürlüklerini helede temiz hava gibi özgürlüklerini gasp etme hakkını kendimizde nasıl görebiliyoruz? Başkalarının özgürlüklerini ellerinden almanın azı ya da çoğu mu var?

Ülkemizde sigara ile ilgili bir kanun var.Uygulanmadıktan sonra kanunlar ne işe yarar? Ne kadar yasak olursa olsun, onu uygulayacak olanlar kendi içlerinde buna inanmadıktan sonra, yasaklarımız anlamsız..

Yolda yürürken sigara içenlerin umarsızlığını geçelim. Ya kapalı alanlarda -koca koca sigara içilmez yazılarına rağmen- sigara içen insanlara ne demeli? kışları en az iki şehrin otogarının sigara dumanıyla kaplı olduğunu biliyorum. ama daha da üzücü olan uyarıda bulunan arkadaşıma verilen cevapta " rahatsızsan sen dışarıya çık."

Peki üniversite yurtlarında sizce durum ne? Aslında hepiniz biliyorsunuz! İçerisindeki her eşyaya sigara dumanı sinmiş odalarında; bacaklarını uzatarak oturan sayın yöneticilerin, sigara içenlere ceza vermemesi yüzünden, dumanlarla kaplı odalar ve koridorlar var. Yani temiz hava özgürlüğü elinden alınmış gençler var.

Sayın okuyucular, bilhassa üniversite öğrencileri - çünkü herkes sizlere umutla bakıyor- lütfen başkalarının özgürlüklerine saygılı olun. Uygunsuz yerlerde sigara içerek daha küçücük çocukların bile pasif içici olmasına nasıl sebep oluruz? Yaşam haklarını ellerinden almaya ne hakkımız var? Pasif içicilerin olmadığı bir toplum için buyrun bir sigara daha ama lütfen saygıyla!