24 Ağustos 2013 Cumartesi

Var Biraz Da Sen Oyalan




Aylağıyım dünyamın, aylağıyım öteden. Çocukken yürürdüm sabah ezan sesleriyle, akşam kuş ve köpek; ve ellerim mutlaka ceplerimde. Şimdi yürüyorum sabah otobüslerin boşalan firen sesleriyle, insanların; akşamları kör karanlıkta bile, hiç durmayacakmış gibi devam eden hatta dalga seslerini bile bastıran; kahkahaları ile, yerli yersiz küfürleriyle, bağırtıları ile, türlü türlü lâkırdıları ile ve ellerim mutlaka ceplerimde.

Beride insanlar var, kalabalıklar; diğer tarafta deniz. Ufukta gemiler ya var ya yoklar. Hava aydınlık, güneş tepemizden yeni gitmiş. Derken bir sestir beynimi kemiriyor. Bir küçük sinek mi desem yoksa bir vızıltı? Anlamaya çalışıyorum, bir soru soruyor: para sorun olmasaydı diyor, yaşayacağın hayat nasıl olurdu?

Bir anka gölgesi çöküyor üzerime. Suratım düşüyor. Kalakalıyorum olduğum yerde. Süregiden yaşamak savaşımızda para o kadar çok öznemiz olmuş ki ey okur; bu soru ile, eline silah tutuşturulup bir savaşın orta yerinde kendisinden bir şeyler yapması beklenen askerler gibi hem bir şey yapmak zorunda hissediyorum hem o bir şeyi bulamıyorum.

Mesela şöyle boğaza nazır bir yalı olmalı diyorum ve o yalının biraz küf, biraz korku, biraz tenhalık ama en çok da ben kokan bir çatı katı. O çatı katının denize bakan tarafında, eni boyu bir, orta boy ve tamamen açılan bir pencere; bir kahve masası, masanın altında okuduğum gazete ve kitapları koyabileceğim bir bölme ve masanın iki yanında da sallanan sandalyeler... Odada kitaplarım için ahşap raflar istiyorum. Bir köşeyi fotoğraf köşesi yapıyorum, en sevdiklerim yukarda rastgele asılmış olacaklar diğerleri altta albümlerimde duracaklar. Arada sırada benim gibi aksilik yapacak, yarı yolda sıkılıp geri dönecek, ama mutlaka Amerikan olacak, eski model bir de araba... Sonra vazgeçiyorum bu değil diyorum.

Doğduğum toprakları özlüyorum. Karşımda memleketimin dağları olmalı ve güneş görse pencerem kafi diyorum. Kitaplarımı çalışma odamda saklıyorum. Ve ziyaret etmemeye bahane bulamasın diye sevdiklerim, yüksekte olmasın evim. Sonra bundan da vazgeçiyorum.

Belki de sadece anılarımda kalmalı geçmiş, hayata yeniden başlamalıyım diyorum. Mesela hiç tanımadığım bir memlekette uyanmalıyım. Dillerini bile konuşamadığım bu memlekette belki bir göl kıyısında olur evim. Küçük bir bahçem ve çiçeklerim...

Türlü türlü düşler görüyorum ey okur, sancılanıyorum, onu istiyorum bunu istiyorum ama düşlerimin mutlulukla da olsa acıyla da olsa eninde sonunda bir yokluğa sürüklendiğini gördükçe hepsinden sıkılıyorum. Hangi düşü görüyorsam önce neşeyle seviyor, aşkla büyütüyor sonra kederle öldürüyorum, vazgeçiyor ve istemiyorum. "Mal sahibi mülk sahibi/ hani bunun ilk sahibi" diyorum. " O da yalan bu da yalan / var biraz da sen oyalan"* diyorum.

www.kisi-sel.com

*Yunus Emre

6 Nisan 2013 Cumartesi

Eski Sayfalardan Başka Birşey Yok

"Biz öyle sanıyoruz ama aslında hayat zor degil." diyordu Yeditepe İstanbul dizisinin Ali Abisi. Kör kuyularda yalnız kaldığı günleri hatırlıyordu belki; ya da "Ne değişti de artık insanlar hayatlarını bazı şeyler uğruna adamaktan vazgeçti" diye isyan ettiği günleri...

Meral Okay hayatı boyunca o kadar güzel yapıta imzasını attı ki hangisini söylesem içimizden biri mutlaka ama mutlaka kalkıp işte gerçek bu, işte hayatın kendisi bu der. Hepimizin hayatına dokunmuşluğu var. Benim en çok sevdiklerim arasındaki Yeditepe İstanbul dizisi ise bunlar arasında (bence) en doyurucu olanı. Güçsüz insanların, zorlu hayatları. Hep en önde savaşmak zorunda bırakılan, ama yinede korkmayan insanlar. Hangisi daha zor bilmiyorum, güçlendikçe zenginleştikçe yalnızlaşan insan mı yoksa birbirine sarılmadan ayakta duramayacağını bildiğinden, yakınındakiyle bir bütün olmuş ama hiç yorulmadan ve hiç durmadan savaşmak zorunda kalan mı?

Hep düşünürüm gerçektende hayat zor değil mi? Yani bütün suç bizde mi? Gereksiz yere mi korkuyoruz yoksa? Mesela isterdim ki elimizde bir mutluluk ölçer olsun. Bir görebilsek ne olur sanki, mutluluktan ne kadar uzakta olduğumuzu? Herşey belli olsa, bir ev bir araba kadar mı uzakta mutluluk ya da bir insan eli kadar mı uzakta? Bilsek ne kadar uzakta olduğunu ona göre bir plan yaparız. Uğruna ne verebileceğimizi biliriz söz gelimi, nelerden vazgeçebileceğimizi hesap ederiz. Ama maalesef yok böyle bir ölçek. Peki ya olsaydi? Bence o zaman görür ve korkardı insan mutluluğa uzaklığından. Çünkü o eve sahip olması ya da o eli tutuyor olması yetmeyecek. Hayalinde kurduğu gibi herşey yolunda gitmeyecek mesela. Uğruna birçok fedakarlıkta bulunduğu evi alacak ama belkide sonraki yıl bir depremde kaybedecek. Kimbilir aşık olduğu, yıllarca peşinde sokaklar boyu revan olduğu kişiyle evlenecek ama belki de bu da yetmeyecek.


Yeditepe Istanbul dizisinden en çok sevdiğim sahnesiyle hatırlatır bu durumu Meral Okay:
Aşkını göğsüne kazıyan Ömer` e kızar Duru. "Bende hiç izin yok sanıyorsun öyle mi" der. Eline bir cam parçası alır ve avcunun içini kanatır. " sen böyle inanmaya alışmışsın" der. Birşeyleri araç olmaktan çıkartıp amaç yaptığımızda başımıza gelenler Ömer' in başına gelir. "Seni seviyorum Ömer, bildiğin gibi değil" cümlesiyle donar kalır. Ne yapması gerektiğini bilemez.

www.kisi-sel.com

23 Mart 2013 Cumartesi

AYIP OLMAZ MI?


Kimler varmış içimde yoklama yaptım
Deliler çıktı cellatlar bir de şeytanlar.....

Bu kadar cömert olmak zorunda mı insan içinde büyütürken başka başka insanları? Bu kadar mı zor kendi düşlerini kurması? Bir şeyi sevmek için bile başkalarının onayını beklemesi neden? "Peki hayat bu kadar zor mu?, atılır mıyız oyundan benzemezsek onlara"

İlk olarak daha çok küçükken belki daha çocukken bile diyebilirim, Doğan Cüceloğlu' ndan duyduğumda, ağırlığının altında ezildiğim, anlamak için defalarca ve defalarca okuduğum bir cümleydi kendin olma savaşı. Kitabının adı: Savaşçı. Tam da şu yazıyor başlangıcında:

"Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada,KENDİN OLARAK KALABİLMEK,dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı,artık hiç bitmez!..."

e.e. cummings e ait olan  bu cümleyi okuduğumda 14 yaşımda ya vardım ya yoktum. Kitabın yarısına kadar geldiğimde bile takılıp kaldığım bu cümleyi adeta hayat parolam yapmaya karar vermişken aklımda bir çok soru ve kargaşa vardı. Aslında anlayamadığım bu cümleden ziyade insanların neden hep birbirlerine benzemek isteyecekleriydi. Neden herkes kendi olmaya çalışmasındı ki? Soyut düşünebilmeye yeni başlamış ben somut birşeyler arıyordum anlayabilmek için. Ve bir gün, bu kitabı okuduğum bir öğlen vakti, okulumuzun diğer yerlerine nispeten yeşil kalmış bölümünde oturuyorken; hani bazen insanın aklına aniden gelir ya gerçekler; tamda o an fark etmiştim; bütün arkadaşlarımla aynı kıyafetleri giymemiz, aynı derslere girmemiz ve aynı şeyleri bilmemiz isteniyordu bizden. Gerçekten de hiç bir farkım yoktu ki arkadaşlarımdan. Hepimizin aynı yerlerde, aynı şekillerde davranmamızı isteyen bu sistemde insan nasıl olurda içinden geleni bilebilirdi ki?
dünyam!

Kendimi dinlemeye Ali Fuat Kadirbeyoğlu Anadolu Lisesinin diğer bölümlerine nazaran yeşil kalmayı başarabilmiş o bölümünde karar verdim. 6. Sınıfta olduğumu hatırladığım o günlerde kendim olabilme savaşımı başlattım. Herkes gibi yana taradığım saçlarımı, dikleştirerek okula gitmek ilk icraatım oldu. Aradığım o somut gerçeği anında gösterdi hayat: 2 hafta boyunca arkadaşlarımın alay konusu oldum. Dik durdum saçlarım gibi, kararlı davranmaya devam dedim. Sonraki hafta benimle dalga geçenlerin çoğu saçlarını benim gibi dikleştirip geldiğinde ise doğru yolda olduğumu anladım.

Şimdi düşünüyorum da; hani hep dışladığınız, hani hep kötülediğiniz oyunbozan ya haklıysa? İçimizde başkalarını büyütmek yerine ne zaman kendimizi büyütsek; mutluluğumuz başkalarını kıskandırmaz mı? Hani o herkesin bildiği doğruları değilde kendi doğrularımızı yaşıyor olsak sonuçları kötü bile olsa içimizde huzur nehirleri oluşmaz mı? Korktuğumuz nedir, başkalarının düşüncelerimi? Korktuğumuz nedir oyundan atılmak mı?

Mor ve ötesini dinlerken, içimizde büyüttüğümüz deliler, cellatlar ve şeytanlar geldi aklıma. Sırf onlar seviyor diye sevdiğimiz masallar, sırf onlar istemiyor diye koparttığımız çiçekler ve bir de köşesine çekilmiş, yüzünü çevirmiş, küstürülmüş ben' imiz. Sizde söyleyin "Ayıp olmaz mı?"

www.kisi-sel.com

16 Şubat 2013 Cumartesi

Mobilizm Nedir?

Görsel

Araç kiralamak fikrine şimdiye kadar hep karşı çıkmışımdır. Uzun ve içeriği belirsiz sözleşmeler imzalamak gerektirmesi, şirketin size güvenip güvenmeyeceği, ki bazen 24 yaşından büyük olmanızı istiyorlar, araçla ilgili bir problem yaşadığınızda yanınızda olup olmayacağı gibi soru işaretlerinden dolayı yanından bile geçmedim. Tam araç almak üzereyken www.yemeksepeti.com üzerinden verdiğim bir sipariş sonucunda Mini Cooper sürüş keyfi kazanarak; mobilizm firmasıyla tanıştım. Bana özel araç kartımı adresime kadar getirdiler. İstediğim bir gün ve saate rezervasyon yapıp aracı kullanmaya başladım.Sisteme üye olmak istediğimde ise çok özel avantajlar sundular.

Mobilizm Nedir?

Görsel

Yeni nesil araç kiralama modelidir. Avrupa ve Amerika' da Car Sharing adıyla anılan sistemin Türkiye' deki yansımasıdır.

Sisteme getirdiği yenilikler nelerdir?

Günlük kiralamanın yanında, 10 TL den başlayan fiyatlarla saatlik de araç kiralayabilirsiniz. Araç kiralamak istediğinizde, www.mobilizm.com internet sitesi üzerinden veya 444 66 24 mobilizm çözüm merkezi aracılığıyla rezervasyon yapıp, size özel kartınızla aracın kapılarını açar ve aracın içinde bulunan anahtarla aracı çalıştırırsınız hepsi bu. Formlarla ya da insanlarla uğraşmazsınız. Benzin için sadece kullandığınız kadarını ödersiniz. Türkiye' de sadece 25 adet bulunan Fiat 500 by Gucci gibi çok özel araçlara kolayca ulaşırsınız.

Kaza ve Hasar durumunda ne olacak?

Kaza olması durumunda mobilizm ile iletişime geçip, yönlendirmelere uygun hareket ederek sigortadan yararlanabilirsiniz. Böylece kaza veya maddi hasar durumunda, sürücü kusurundan bağımsız olarak, hasar tamirinin sadece 500 TL’ye kadar olan kısmını ödersiniz kalan kısım sigorta tarafından karşılanır.

Mobilizm ' i diğer Car Sharing firmalarından ayıran özellikler neler?

Bu soruyu yetkililerini ilk sorduğumda aldığım cevap çok klasik ve duymaya alışkın olduğum bir cevaptı. Bana anlayışlı ve müşteri dostu olduklarını söylemişlerdi. Ancak bu cevabın doğruluğuna inanmam için sistemi biraz daha kullanmam gerekti. Önerilerim ve isteklerim her defasında dikkate alındı. Bir sorunla karşılaşmam durumunda ise çağrı merkezlerinden sürekli destek aldım.

Görsel

Günümüzde herkesin bir araç sahibi olması, trafikte çok fazla araç olmasına,çevre kirliliğine ve kullanım şımarıklığına sebep olmakta. Oysa mobilizmi kullanırsanız bunların hiç birine sebep olmamış olursunuz. Mobilizm araçları yeni model araçlardır. Sigorta, kasko veya diğer araç masraflarıyla uğraşmak zorunda kalmazsınız. Değişik ve günden güne artan park noktaları sayesinde, cebinizdeki size özel kartla yakındaki park noktasından dilediğiniz model aracı alır ve kullanmaya başlarsınız. Ben araç almak için ayırdığım paramı başka bir yatırıma yönlendirerek tasarruf ettim, araç ihtiyacımı ise mobilizm ile karşılıyorum.

www.kisi-sel.com