
Güzel şehrimin küçük oluşu hep şikayet konusu olmuştur hatta alay konusu bile olur bazen. Oysa her şehrin dokusu kendine özgüdür. Gümüşhane de öyle herkese göstermez yüzünü. Siz önce saçlarını görürsünüz, uzaktan belirir silueti, eğer yaşamazsanız içinde, inemezsiniz şehrimin kalbine.
Son yıllarda konaklarına restorasyon yapıldı. Yol kenarlarında yeşillikler arasına saklanmış konakları, sizi daha şehrin merkezine gelmeden selamlamaya başlar. Batıdan gelenleri önce Balyemez konağı karşılar, sonra da San Konağı, Müze olan Karabiberler konağı, Ataç konağı, Aytaç konağı, Şair Şinasi Özdenoğlu konağı... Yapılan restorasyonlarla makyajı tazelendi şehrimin. Yabancılar bu evlere bakıp güzelmiş diyorlar. Aslında ben de çok seviyorum bu konakları çünkü en sevdiğim tip olan yüksek tavan ve geniş odalardan oluşuyorlar. Nerden mi biliyorum? Bazıları halen şahıslar tarafından kullanılıyor olsa da bir çoğu halka açıldı, kafe & restoran olarak kullanılıyor, üstelik asıl hali bozulmadan. Kişinin kütüphanesinde oturup kitaplarına bakarken bir yandan Türk kahveni yudumlayabilirsin. Dışarıda lapa lapa yağan karı izleyebilirsin. Peki ama biz o evlerde hiç yaşamayanlar olarak hep güzel şeyleri hayal ederken, o evlerde yaşamış olanlar ne acılar çekti? Hangi duvarları etraflarına çektiler, sevdiklerini yanlarında tutmak veya onları dışarıdakilerden korumak için?
Mesela resimdeki san konağı. Çok iyi bir teyze yaşardı orada. En yakın arkadaşımın ailesiyle sürekli görüştüğü için tanırdım onu. Hem gururlu bir kadındı. Yalnız yaşadığını biliyordum. Bir gün intihar ettiği duyuldu. Gümüşhane de böyle bir şey daha önce hiç duymamıştım. Yaşlı bir kadın, kimbilir nelerin eksikliğini yaşadı, kimbilir hangi sıkıntılar onu bu duruma getirdi? Siz konağın önünden geçerken, bahçesine bakıp çocuklarınızın orada ne güzel oyunlar oynayacağını hayal edebilirsiniz? Bu güzel eve onlarca güzel anı armağan edebilirsiniz düşlerinizde. Peki ama gerçekler her zaman hayal dünyamızla aynı olur mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder