18 Kasım 2011 Cuma

ROMANTİK

İki yakın arkadaş olan Gökhan ile Ömer, çok güzel ve bir o kadar da gizemli bir kızla tanışırlar. Yasemin ismindeki bu kız ağzından tek bir kelime dahi çıkmayan, sessiz ve çok ilginç bir karakterdir. Zor olansa, bu iki yakın arkadaşın da aynı kıza karşı duygusal bir şeyler hissetmeye başlamasıdır.

Ömer daha Yasemin' i görür görmez aşık olur. Onun dikkatini çekebilmek için herşeyi yapar. Ve bir gün Yasemin konuşmaya başlar. Yasemin' in hayata yeniden dönüşü olur Ömer. Ama... Bir gün bir cinayet olayına istemeden karışır, kaçmak zorunda kalır. Uzak kaldığı süre boyunca Yasemin e mektuplar yazar ancak bunları doğrudan gönderemeyeceği için arkadaşı Gökhan' a gönderir ve onun mektupları Yasemin e ilettiğini düşünür. Oysaki gönderdiği mektupların Gökhan tarafından Yasemin'e ulaştırılmadığından habersizdir ve yinede aşkını içinde büyütür. Gökhan ise bu arada fırsatı değerlendirmekte gecikmez, Yaseminle bir birliktelik yaşayıp nişanlanır, kısa sürede evlenmeye karar verirler.

Şu ana kadar okuduklarınızı boşverin! Aslında Romantik hiç de burda yazılan gibi bir film değil. Kahramanımız, bir kıza aşık olur; onun mutlu olmasını dilerken aşıkları ayırmaya çalışan bir kötü adamla tanışırız. Ama birden film başka bir hal alır ve durum değişir. asıl kahramanımızı bırakarak kötü adamın peşine takılırız. Artık kahramanımız kötü adamdır. Şimdi de sıra onun öyküsü ile tanışmaktır.

YA HEP İNANDIĞIN ŞEY GERÇEK DEĞİLSE!

Film bu cümleyi anlatıyor hatta daha da öteye gidip yaşatıyor. film boyunca izleyenlere farklı farklı kurgular düşletiyor ama sonrasında hepsinden öteye gidiyor. İzlemediyseniz mutlaka izleyin.

Film müzikleri çok güzel olmuş. Pamela' dan sensiz saadet neymiş isimli şarkıyı dinlemek çok etkileyiciydi. teomanın sonbahar isimli şarkısınıda çok mükemmel bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.





YABANCININ GÖZLERİ

Herkes aynı yere baksa aynı şeyi görür mü? Herkes farklı gözlerle aynı yerlerde farklı şeyler görür. Neden başkalarını anlamakta bu kadar zorlanıyoruz sanıyorsun? küçük bir çöp kutusuna bakan biri karnını doyuracak bir şey var mı ( gerçekten var böyle insanlar ) diye aklından geçirip açlık hissederken bir diğeri çöpünü atacağı bir kutu diye bakıp, üzerindeki pislikten kurtulma hissini hissetmektedir.

İnsanlar en çok ergenlik çağlarında başkalarının gözüyle bakmakta; ama o da başkalarının başka olaylara bakışını değerlendirmek için değil kendilerinin nasıl algıladıklarını öğrenmek için. Kendi dış görünüşlerine ve ruh hallerine alışmaya çalışırken topluma karşı ne kadar absürd bir tutum içinde olup olamadıklarını anlamak için. Ergenleri bir kenara bırakalım kendi sorunlarıyla, peki ya yetişkinler? Başkasının gözleriyle bakmak geçer mi içinizden?

Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Günümüzde "empati" denildiğinde akla Carl Rogers gelir. Bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine "empati" adı verilir. Yani 3 aşamalı bir süreçtir empati. bunlar

1) Kişisnin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması.

Her insan dünyayı farklı algılar. Empatinin bu basamağında karşımızdaki kişi gibi dünyayı algılamamız gerekiyor. Onun gördüğü şekliylele görmeliyiz nesneleri, olayları.

2) O kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi.

burda bahsedilen iki durum var. Biri bilişsel olarak o kişinin düşüncelerini anlamak. Herhangi konudaki düşüncelerinin ne olduğunu bilebilmek. ikinci durum ise duyusaldır. O kişinin duygularını anlayabilmektir. Sadece düşüncelerini anlamak yetmez, aynı zamanda neler hissettiğini yani duygularını da anlamalıyız empati yapmış olmak için.

3) Anlayıp hissettiği duygu ve düşünceleri ona iletmesi.

Yani sadece karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini anlamak yetmez. Aynı zamanda bunu kendisine de anlatmamız gerekir. Araştırmalar empatinin bu basamağının yapılmakta çok zorlanılan basamağı olduğunu göstermiştir... Örneğin; Bir sıkıntımız olduğunda, bizimle konuşan kişi, dostça bir gülümsemeyle kolumuza dokunup sıkıntımızı sözelleştirirse, örneğin "son günlerde çok bunalmışsın" derse, rahatladığımızı hissedebiliriz...

Bu günlerde insanları anlamaya çalışıyorum, görüşlerdeyim bütün gözlerde.

Tarih: 27 Kasım 2007





BENZEMEZ KİMSE SANA

Bundan yıllar önce, yaklaşık 2000 yıl önce şu tespitte bulunmuş Heraklit; herşey sürekli bir akış içindedir; herşey akar; bir nehre iki kez giremezsiniz; çünkü ikinci seferinde ne o nehir aynı nehirdir, ne de siz aynı sizsiniz. Değişmeyen tek şey değişmedir. Bu teze karşı tezler çok çabuk atıldı ama heraklit tamamen haksız değildi. Hepimiz büyüyoruz ve deneyimler kazanıyoruz. Herhangi bir kitabı ikinci kez okuduğunuzda bile farklı şeyler anlayabilirsiniz, ya da bir filmi ikinci izleyişinizde daha önce fark edemediğiniz bazı ayrıntıları fark edebilirsiniz... En azından sizin fikirleriniz daha olgun ya da daha farklıdır.. Oysa hayatta değişmeyen şeylerde varmış..

Biz büyüdük yeni insanlar tanıdık, yeni şehirler tanıdık, çok mutlu olduk bazen.. Bazen beraber ağladık, zamansız kapılarını çaldığımda oldu. Çok aldandığımız da; içimizde besledik haini bazen... Ama hep beraberdik.. Değişmeyen tek şey dostluğumuz oldu, kalitesi her gün daha da artan dostluğumuz.. Nasıl koruduk bu kadar bilemiyorum. Tek bildiğim kelimelerle tarif etmenin imkansızlığı.. Bence hayatın ta kendisi bu; "sadece yaşanır."

Mutlaka dostu olmalı insanın. Ne olursa olsun şüpheye düşmeyeceği biri. Melih her yönüyle bir harika, çok şey öğrendik şimdiye kadar bundan sonra da böyle devam etmesi için elinden geleni yapmak boynumun borcu.. Eğer platonun dediği gibi idealar dünyası varsa; dost denen kelimenin tam karşılığıdır melih.. Bunu eminim platonda görse söylerdi..

Dostum iyi ki doğdun sensiz bir hayatın anlamsızlığından bahsetmeme bile gerek yok bunu herkes görüyor.Emin ol benzemez kimse sana!
Doğum günün kutlu olsun..
SENİ ÇOK SEVİYORUM

Tarih:25 Eylül 2007

olur böyle arada.... sırada... okulda....

bazen bütün planları yeniden gözden geçirmek lazım. soğuk kanlı olmalı. uygun bir planla yeniden düzenleme yapmalı. herşeyin başı sağlık, eğer sağlıklıysanız herşeyin üzerinden gelebilirsiniz.

dün açıklanan sınav sonuçlarıma göre çok riskli bir duruma düştüm.mutlaka bütünleme sınavlarında bahar dönemine ait sınavlardan 2 tanesini geçmem gerekecek, çok iyi seçim yapmalıyım hangi 2 dersi geçme konusunda.. ayrıca tatilimde sanırım tatil olmaktan çıkıyor.. tatil kelimesinin anlamı nedir? tdk nın güncel sözlüğünden bir bakalım.

tatil 1:Kanun gereğince çalışmaya ara verileceği belirtilen süre, dinlenme

tatil 2:Okul, meclis, adliye vb. kuruluşların çalışmasını durdurduğu veya kapalı bulunduğu dönem.

tatil 3:Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan geçirilen süre

bu durumda eğer okulun kapalı durduğu günleri tatil diye nitelersem evet yaz boyu tatildeyim ama bana sorarsanız ben 3. anlamı tatilden sayarım ve yaz boyu ders çalışmak zorunda olacağımı göz önünde tutarsam, ders çalışmayı eğlenceli bulmadağım sürece tatil yapmıyor olacağım!

ey polya gel de çık şimdi işin içinden! ben hangi dersleri seçip sınava gireyim? hiç sevmediğim ama geçtiğim takdirde diğerlerine oranla beni en çok rahatlatacak olan ve de 3 defa geçemediğim fizik dersini mi sınamalı kaldığım elementer sayı kuramını mı, hiç beklemediğim ve geçtiğime kesin gözüyle baktığım halde kaldığım olasılık 2 den mi? ya da bütünleme sınavına girdiğim takdirde kesin geçebileceğim analiz 4 den mi? hadi gel bir el at be? cebire giriş ve olasılık 1 den zaten gireceğim onlar birinci dönemden... neyse stres yok.. rahat olmalı ve düşünmeli! bu problemi çözerim ben.. tabi canım ya...

Tarih: 29 Haziran 2007

Peki Ben Şimdi Ne Yapacam?

iki hafta boyunca üniversitede bile değişmeyen çok sevgili ezber sistemimiz sayesinde matematiğinden eğitim derslerine bir çok konuyu ezberledim!.. sınav, yurt ve yalnızlıkla boğuşmanın verdiği stresle nasıl başa çıktım bende bilmiyorum.. şimdi herşey bitti.. artık tatil başladı!...

peki şimdi ne olacak? ne yapmalıyım! öncelikle polya nın problem çözme basamaklarını hatırlayalım.

1) problemi anlama
2) plan hazırlama
3) planı uygulama
4) değerlendirme

bu basamakları teker teker çözümleyelim.. problemlerimiz neler? mutsuzluk, başarmam gereken kpss sınavı, alttan aldığım dersler için girmem gereken bütünleme sınavları...

öncelikler problemleri teker teker ele alalım... sırayla basamakları uygulayalım..
mutsuzluk problemi..
1) mutlu değilim ve mutlu olmak istiyorum..

2)bu problemi çözmek için beni sadece kısa vadede değil uzun vadede de mutlu yapabilecek şeylere odaklanmalıyım... peki beni neler mutlu edebilir? öncelikle okuyamadığım, yazın okuyacağım dediğim kitapları bitirmek beni çok mutlu eder.. barışıyorum projemi hayata geçirmek için gerekli insan gücünü bulmak beni çok mutlu eder.. sosyal sorumluluk projeleriyle daha mükemmel bir kent oluşturmaya çalışıp, böyle bir kentte yaşayacak olmak beni uzun vadede de mutlu edecek şeylerin başında gelir.. evet biraz da zayıflamak beni mutlu edebilir.. arkadaşlarımla daha çok görüşmek beni mutlu edebilir.. gitar çalmaya yeniden başlamak beni mutlu edebilir..akşamları 6 dan sonra yememek ve de sabahları spor sanırım iyi olabilir

3) kitap okumaya bugünden başlamalıyım.. hangi kitapları hangi önceliğe göre okuyacağıma karar vereceğim öncelikle.. hangi saatlerde kitap okumam gerektiğine karar vereceğim..
barışıyorum projem için gerekli insan gücünü gördüğüm her arkadaşımla konuşarak aşmaya çalışacağım.. ve muhtemelen 2 hafta içerisn de bir toplantı hazırlamaya çalışacağım..
projeyi şehiri daha bilinçli hale getirme odaklı yönetmeye çalışacağım.. arkadaşlarımla gereken maksimumlukta görüşme talebinde bulunacağım.. gitar çalmak için gerekli proğranları ve videoları netten bulup indirerek yeniden çalmaya başlayacağım..

4) uygulama planımı uygulamaya koyduktan sonra işleyeceğini düşünüyorum.. daha iyi bir planın varlığını sanmıyorum...ama yine de düşüneceğim...

diğer problemler için ders notlarımın açıklanmasını bekleyeceğim..


Tarih:23 Haziran 2007

Bir Sigara Daha

Bir sigara daha. Ne çok söylendi, ne çok anlatıldı, ne çok görmezden gelindi sigaranın zararları, farkındayız değil mi? Lüzum yok tekrardan anlatmaya, ama bir sigara daha!
Bu yazıyı yazıyorum çünkü; "böyle gelmiş, böyle gider." demesin gençler. Sorgulayan bir toplum benim hayalim..

Biliyorum bir çoğunuz elinde sigarasıyla sokakta yürüyen birine dikkat etmediniz. Yanından geçenleri dumanıyla zehirlemesini görmezden geldiniz. Önemsiz gördünüz, hem açık hava dediniz..Ama söyler misiniz; özgürlüğüne düşkün bir toplum olarak, başkalarının özgürlüklerini helede temiz hava gibi özgürlüklerini gasp etme hakkını kendimizde nasıl görebiliyoruz? Başkalarının özgürlüklerini ellerinden almanın azı ya da çoğu mu var?

Ülkemizde sigara ile ilgili bir kanun var.Uygulanmadıktan sonra kanunlar ne işe yarar? Ne kadar yasak olursa olsun, onu uygulayacak olanlar kendi içlerinde buna inanmadıktan sonra, yasaklarımız anlamsız..

Yolda yürürken sigara içenlerin umarsızlığını geçelim. Ya kapalı alanlarda -koca koca sigara içilmez yazılarına rağmen- sigara içen insanlara ne demeli? kışları en az iki şehrin otogarının sigara dumanıyla kaplı olduğunu biliyorum. ama daha da üzücü olan uyarıda bulunan arkadaşıma verilen cevapta " rahatsızsan sen dışarıya çık."

Peki üniversite yurtlarında sizce durum ne? Aslında hepiniz biliyorsunuz! İçerisindeki her eşyaya sigara dumanı sinmiş odalarında; bacaklarını uzatarak oturan sayın yöneticilerin, sigara içenlere ceza vermemesi yüzünden, dumanlarla kaplı odalar ve koridorlar var. Yani temiz hava özgürlüğü elinden alınmış gençler var.

Sayın okuyucular, bilhassa üniversite öğrencileri - çünkü herkes sizlere umutla bakıyor- lütfen başkalarının özgürlüklerine saygılı olun. Uygunsuz yerlerde sigara içerek daha küçücük çocukların bile pasif içici olmasına nasıl sebep oluruz? Yaşam haklarını ellerinden almaya ne hakkımız var? Pasif içicilerin olmadığı bir toplum için buyrun bir sigara daha ama lütfen saygıyla!

31 Temmuz 2011 Pazar

YENİ BİR GUNE UYANMAK

Sabahları uyandığımda bu manzaraya bakmayı seviyorum. Birden fazla anlama sahip gorduklerim. Yasadikca anlamlarinin sayısı daha da artıyor.

Bundan once mesela bir kac ay boyunca gorebildiğim sadece 3 tane apartman ve dağlardı. Baska kimse ve hiçbir sey yoktu. Oysa simdi, bu gördüklerime bakıp, yalniz değilmisim demeyi seviyorum. Sabahları benim yuzumdeki o miskin tadı, havadaki bulutlarda gormeyi seviyorum. Sanki dunya benim sesime karsilik veriyormus gibi hissediyorum. Doğayla ozel bir dilden gunaydınlaşmak gibi.

Bazen cok sevdiğin yiyecekleri yerken tadını daha çok almak için ağzında uzun süre tutar, çiğnersin ya; bende mutluyum ve bu anların tadını daha uzun süre hissetmek için elimden geleni yapiyorum.

Çok güzel oluyor. E tabii en sonunda şükrediyorum... Yeni bir güne merhaba :-)

28 Temmuz 2011 Perşembe

AMY WINEHOUSE

Bugünlerde herkesin bir amy winehouse yorumu, yazisi oldu. Bir su testisi olayı daha diyenlerden, saygi duymalıyız diyenlere kadar herkes yorum yapma geregi duydu. Oysa bu kadar yorum yapmaya ne gerek varki anlamıyorum. Kimsenin yorumuna ihtiyacımız yok.

Onun sanatıyla ilgilenmeli, o çok guzel sesini dinleyip kendimizden geçmeli ve ona bu guzel sesinden öturu icten bir tesekkur etmeliyiz. Ya da hic sevmeyip, bos vermeliyiz dinlemeyi.

Kayan bir yıldizin bıraktığı ışıltılı kuyruk gibi, yer yüzünde çoğumuzun gözlerini kör edebilecek derecede parlak bir ışıltı bırakarak veda etti bizlere  amy. Ölürken bile soul/jazz muziği dünyaya tanıtmak gibi bir başarı elde etti. 

Ben buyuk bir zevkle onu dinleyenlerdenim.  Peki ya siz?

25 Temmuz 2011 Pazartesi

GİTMESEK DE GÖRMESEKTE ORADA BİR YER VAR

İşten geç çıktım. Servisi kaçırdım eve bir kaç ulaşım aracıyla gitmek zorunda kaldım. Böyle zamanlarda önce neden arabam yok diye hayıflanırım sonra da en kısa zamanda ehliyet almaliyim diye düşünürüm. Her şeyi bir kenara bırakıp uzun yolumun keyfini çıkarmaya başladım.

İş yerimden çıkıp önce kabataş a gitmem gerekiyordu. Yolda bir kopek yüzünde belediye otobüsünün altında kalıyordum. Zamanında durunca belediye otobusu atlattim gitti.

Motora bindim uskudara gecmek icin. Bogaz cok guzel gorundu ileride. O kadar guzeldiki seyretmekten fotografini bile cekmeyi akil edemedim. Uskudar yolunda denizin fotograflarini cektim bende.

Her sabah ve her aksam uzerinden gectigim bu guzel yerleri askerdeykende cok ozlemistim. Ama hergun gormeye baslayinca zamanla dikkat etmez farketmez olmusum.

Anliyorum ki bazi yerlere gitmesem bile hic gormesem bile varliklari hayatima renk katiyor. Cogunlukla onlari kaybedince anliyorum ben kiymetlerini. Hangi renk eksilmisse onunla boyuyorum ellerimi.

24 Temmuz 2011 Pazar

İhtiyaçlar, Kaynaklar, Reklamlar...

Her gün bir çok şeye ihtiyaç duyuyor, bir çok şey istiyoruz ama isteklerimizin bir sonu yok üstelik biri bitince, ki sonucu olumlu da olsa olumsuz da fark etmez, diğeri başlıyor. Çok merak ediyorum acaba neyi elde edersem başka hiçbir şeye ihtiyaç duymam? Çocukken büyümek istiyorsun, lisedeyken üniversiteye gitmek istiyorsun, üniversitedeyken iyi bir iş istiyorsun sonra iyi maaş, ev, araba... sürekli yeni isteklerde bulunuyorsun ve bu yeni istekleri almak için bazen bankaların kolay kredi imkanlarıyla risklere girebiliyorsun. Tüm bunları düşünmeme okuduğum bir tavsiye sebep oldu. Warren Buffet diyor ki; "Eğer ihtiyacınız olmayan şeyleri satın alırsanız, çok geçmeden ihtiyacınız olan şeyleri satmak zorunda kalırsınız." Peki ama o zaman gerçek ihtiyaçlarımız neler ya da bunları nasıl belirleyebiliriz?

Belki de önemli kelimemiz ihtiyaçtır. Mesela bir şeye ihtiyaç duymazsam onu elde etmek istemem yani ihtiyaç duymadığım şeye karşı istek de duymam. Hem her şey göreceli değil mi ki? Heraklitos' un bir sözü var: "Deniz suyu en temiz ve en pistir.Balıklar onu içebilirler ve onlar için o kurtarıcıdır. Buna karşılık insanlar için o içilemezdir ve öldürücüdür" Ben de onun gibi göreceli bir şekilde düşünüp aslında ihtiyaç duymadığım ama ihtiyacım olduğuna inandırıldığım bir çok şeye -benzer bir algı savaşıyla- ihtiyacım yokmuş gibi davranabilir miyim?

İnsan suya gerçekten ihtiyaç duyar bende su olmadan yaşayamam buna karşın bundan 10 yıl öncesine kadar insanlar akıllı bir telefona ihtiyaç duymadan da yaşayabiliyordu. Şimdi ise sürekli yeni modellerine ihtiyacımız olduğunu düşünüyor ve hatta herkesten önce sahip olmak için haddinden fazla paralar harcıyoruz. Aslında asıl mesele günümüz teknolojisi sayesinde reklamlardan saklanmanın artık çok zor olması ve reklamların hiç ihtiyacımız olmayan şeyler için adeta bize psikolojik baskı yapmaları. Televizyon reklamlarına alışmamız biraz daha kolay olmuştu oysa, çünkü uzun süren izlemek işi sonrasında kısa aralara ihtiyaç duyuyor ve reklam aralarını fırsat bilip işlerimizi yapıyorduk. Şimdi ise dört bir yanımızı saran iletişim ağlarımız kokuşmuş çöp bidonları gibi reklam kokuyor, kaçmak ne mümkün! İnternet sitelerinde aradığımız şeyi bulana kadar hiç beklemediğimiz yerlerde bile reklamlara rastlıyoruz, Cep telefonlarımıza kısa mesajlar alıyoruz, sürekli tanımadığımız kişi ve şirketlerden elektronik posta taarruzlarına maruz kalıyoruz, girdiğimiz web siteleri daha açılmadan bizi reklamla selamlıyor, büyük alışveriş merkezlerinde mağazaların vitrinlerine takılıp kalıyoruz, sürekli alışveriş yapan insanları görüyor ve bizde alışveriş yapmak istiyoruz,... Büyük bir psikolojik baskının altında eziliyoruz ve bizim için sadece gerçek ihtiyaçlarımızı tespit etmek tam bir savaş halini alıyor.

Reklamlar ve gerçek dünyanın kıt kaynaklar teorisi arasında sıkışıp elimizdeki tahta kılıçla verdiğimiz savaşlarda ağır yaralar alabilmemiz pek ala mümkün. Yine de insanın ufkunu görmeye çalışarak yani biraz daha ilerisini hayal ederek önlemini almaya çalışması faydalı olabilir. İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar kıt ve reklamlar acımasız...