15 Kasım 2010 Pazartesi

Alışkanlıklar, kurbanlıklar, özgürlükler vs.


Hayatımıza 'onsuz yaşayamam' dediğimiz,


Biri girip çıkmıştır mutlaka,


Ne kadar büyük yalancıymışız meğer,


Hepimiz yaşıyoruz hala.             


Sunay AKIN.


         Kurban bayramı tatilinin başladığı bu günler kendimi bir kurbanlık gibi görmekten alıkoyamıyorum. Eğer iyi bir niyet uğruna, ulvi bir görevi yerine getirmek için kurban kesiyor iseniz ne ala.  İçiniz rahat, ruhunuz huzur içindedir. Ama bu görev ne kadar ulvi olursa olsun, kurban olan sizseniz, ne alemde olurdu ruhunuz, kalbiniz?


         Ağzımdaki baklayı çıkarıyorum. Bayramın sonrasında asker olup, özgürlüğümü belli bir süre için ipotek edeceğim. Bu sürenin ne zaman başlayacağını bildiğim için, o önemli güne yaklaştıkça bir bir farkına varıyorum neleri özleyeceğimin.


           Benim için, uzun sürmüş yorucu bir yolculuğun sonu ve uzun sürecek yorucu bir günün başlangıcı, anlamına gelen Galata kulesini özleyeceğim. İş yerimde kişiselleştirdiğim masamı, bilgisayarımı, canım sıkıldığında kendimi bu insan seline bırakabilmeyi özleyeceğm. Ailemi, sevdiğim insanları, yalnızlığımı, kendime ait olan bu küçücük dünyamı özleyeceğim. Her geldiğimde boş bulabildiğim cevahirdeki starbucks köşemi özleyeceğim.  Alışkanlıklarımız parçamız haline gelince onlarsız bir hayat düşleyemez oluruz. Bazen bir kazak dahi olabilir bu, saatiniz belki. O saat kolunuzda değilken çıplak hissedebilirsiniz kendinizi.


          O malum güne yaklaştıkça, hayatımın kıyısına, köşesine sıkıştırabildiğim herşeyi kaybetme düşüncesiyle daha fazla baş başa kalmaktayım. Kurbanlıklar gibiyim, bilinmezde kaybolmaktan korkmaktayım.  Bayramın kurbanı iseniz işler değişebilir, ya da şöyle anlayın: Nereden baktığınıza göre değişir gördüğünüzün rengi.

Neyini en çok seviyorum bu şehrin biliyor musun?




          Neyini en çok seviyorum bu şehrin biliyor musun? Sabahlarını. Sanki hiçbir yerde olmadığı kadar güzel başlıyor gün burada. Saatler geri alınmadan önce karanlıkta başlıyordum güne, çıkıyordum sokaklara. Şimdilerde aydınlık oluyor çıktığımda.  

           Hazırlanıp kendimi kaldırımda bulduğum zaman önce derin bir nefes alıyorum. Herkes sokakta. Öğrenciler, çalışanlar işsiz güçsüzler. Herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Kimsenin kimseye aldırdığı, baktığı yok. Hem birlikteyiz hem herkes kendi dünyasında. En çok da metrobüs istasyonuna yaklaştığımda heyecanlanıyorum. Üst geçit ufukta belirince; üzerinde insanlar karıncalar gibi küçük, karıncalar gibi koşuşturmaca içinde görünüyorlar. Bir sürü insan gidiyor buna karşın bir sürü insan geliyor. Üst geçide çıkmaya başladığımda kendimi denize karışmak üzere olan bir damla gibi hissediyorum. Kalabalık içinde kayboluyorum, tek sıra halinde itişmeler içinde üst geçitte yürüyorum. Otobüs durakları da çok renkli. Otogar otobüsünden inen şehre yeni gelenler, başka semtlere gitmek isteyenler, yaşlılar,gençler herkes orda. Otobüs bekleyenlere engel olmamak için, durağın biraz ötesinde duruyorum. Servisimi bekliyorum. Diğer tarafımda uzuyor benim gibi servis bekleyenler. Servisim gelene kadar inceliyorum herkesi, bindikleri servislerden anlıyorum ki; banka çalışanlarından öğretim görevlilerine, belediye işçilerinden özel şirket çalışanlarına kadar herkes orada. Hep birlikteyiz hem ayrı dünyalarda. 

          Burada öyle hemen başlayamazsın güne.  Yataktan kalkıp koşa koşa okuluna  yetişemezsin ya da işine. Yolları dolaşmalısın, insanları aşmalısın, kaybolmalısın kalabalıklar içinde.



13 Temmuz 2010 Salı

Yürüyorum Dikenlerin Üstünde



Çok küçükken ben, evimize ilk kaset çalar girdiği yıllar, uzaklardan gelen bir tanıdıkla gelmişti o kaset, tanıdık bilinmezden geliyordu, kaf dağının ardından, yalnızlıktan geliyordu ailesinin yanına. Nedense o kasetin içinden bir şarkıyı çok fazla dinlerdim. Yürüyorum dikenlerin üstünde diyordu şarkıda, ben ise hayalimde sisler içine giden küçük bir çocuk görüyordum, soğuğa bilinmeze giden. Neden? Sorguluyordum galiba, neden yaşadığımı, neden bu hayatta olduğumu. Sanki o yaşlarımda yeniden doğuyor gibi, çevremi olayları yeni keşfediyor gibiydim. 6 yaşımdaydım galiba.

Çocukken içime kapanıktım. Özgür olayım isterdim, her işimi kendim yapayım isterdim. Anlamak isterdim herşeyi. Çok soru sorardım kendime. Cevaplar arardım. Ailem hep yanımdaydı. Mutluydum ya; mutluluk ne demek bilmediğim için hayatı hep öyle sanır kanat takıp uçmak isterdim. Sorduklarında uçak mühendisi olacağım derdim...

Yıllar geçti, o çok uzak yerdeyim. Benzer sebepler yüzünden aynı yollarda yürüyorum. Bilinmezdeyim. Aynı şarkıyı dinliyorum. Hayalimde bir adam yürüyor sisler içine.

karanlık bir gece yol görünmüyor,
yürüyorum dikenlerin üstünde.
kara çalı bana aman vermiyor,
yürüyorum dikenlerin üstünde.


güneş erken doğup şafak sökmüyor,
gökteki dumanı silip atmıyor,
ay karardı yıldız işık tutmuyor,
yürüyorum dikenlerin üstünde.


sonlanmadı menzil ile durağım,
belki çok yakınım belki irağım,
yaralandı parça parça ayağım,
yürüyorum dikenlerin üstünde.


yavaşa yavaş ilerlerken kaplani,
benim ile yola çıkanlar hani?
geri dönsem taşa tutar dost beni,
yürüyorum dikenlerin üstünde.


www.kisi-sel.com

11 Mart 2010 Perşembe

Eski Mahalle



Sokaklarında ayrı bir kokusu varmış. Bugün özel ders için doğup büyüdüğüm mahalleye gittiğimde anladım. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, kokusunu aldığım anda, dün gibi gözlerimin önüne geldi yaşadıklarım. Çocukluğumun havasını soludum. Herşey aynıydı. Yollar, evler hepsi aynı. Sanki yine saklambaç oynuyoruz bütün arkadaşlarım saklanmış gibiydi ya da sanki akşam her zaman ki gibi erken inmiş de herkes evine gitmiş gibi.

Mahallede büyük teyzem ve anneannemlerle birlikte otururduk. Sabahları daha saat 7 olmadan uyanır büyük teyzem e giderdim. Evlerinde oturur, herkesin uyanmasını beklerdim :) Sonra kahvaltı yapardık. Bazı günler okula giden öğrencileri izler keşke bende okula gitsem derdim, balkonlarından Gümüşhane yi seyrederdim. Çok çocuk vardı mahallemizde. Bazı günler 4-5 sefer maç yapardık. Başka oyunlar da oynardık. Nasıl unuturum dansa davet oynadığımız yaz akşamlarını. Saklambaçları...

Çok uzun zaman olmuş gitmeyeli, görmeyeli baharın ışıltısını evlerinde mahallemin. Akşamüstüleri toplanıp altında sohbet ettiğimiz ağaç halen duruyordu ama; İstanbul' dan gelen yazlıkçı kızın dedikodusunu yapmayalı çok uzun zaman olmuş, yıllar olmuş Almanya' dan gelen arkadaşlarla bilmediğimiz uzakları konuşmayalı.  Bir fırtınadır ki kopan epizodik hafızamda, anlayamadım özlediğim eski mahallem mi, çocuk yıllarım mı?

www.kisi-sel.com

6 Mart 2010 Cumartesi

YA HEP İNANDIĞIMIZ ŞEY GERÇEK DEĞİLSE!



Üniversite son sınıfa kadar kendimi kandırdım. 22 yaşıma kadar aynı yalana inandım. Bir insan nasıl bu kadar kör olabilir ki? Şimdi aynı yalanlara inanan küçük çocukları büyütüyorum. Geleceği görüp onlar adına üzülerek, belli etmeden. Hep diyordum ki başarılı olursam iyi bir gelecek elde edeceğim. Hep diyordum  ki ben zeki bir öğrenciyim. Matematik sorularını en önce çözendim. Kitap okurdum. saygılı bir öğrenciydim.

Sanıyorsunuz ki eğitiminiz için gereken adımları iyi bir şekilde atarsanız sonunda mutlaka iyi bir işe sahip olursunuz. Koca bir yalan. orta okula bile sınavla girmiş biri olarak, her ne kadar iyi bir öğrenci her ne kadar çalışkan biri olduysam da iş hayatım hiç de istemediğim ummadığım bir şekilde başladı ve devam ediyor. Başarılı olmak için çalışmak, iyi bir öğrenci olmak meğer koca bir yalanmış. İnsanlar sadece daha çok para kazanmak için çalışırmış, okurmuş. Herşey meğer paraymış. parası olanın zeki olmasına gerek bile yokmuş. Parayla özel üniversitelerde ders bile geçilirmiş. Parayla özel üniversitelerde devlet üniversitelerinden bile daha güzel bir eğitim verilirmiş. Ve parayla herhangi bir yeteneğe sahip olmasanız bile patron olabilirmişsiniz...

Hayatın amacının para kazanmak olduğunu bilseydim, belkide üniversiteye hiç gitmezdim. 22 yaşına kadar görebilseydim gerçeği-ah keşke- bu kadar çok hata yapmazdım. Kendimi ağrının tepesine kadar çıkmış, harap etmiş ve sonunda hiçbir şey elde edememiş gibi hissediyorum. Ataması asla yapılmayacak umutsuz bir matematik öğretmeni olarak, kim bilir öğretmenlik dışında hangi meslekleri yapacağım. Kim bilir geçip giden yılları nasıl anacağım...

geçip giden zamanları bir yerlerde bulsam...
sonra üzülsem, üzüldüğüme üzülsem...
gözyaşıma dalıp dalıp, seni hatırlarım.

gittin şimdi sen, yoksun yanımda...
birşey istemem; neye yarar hatıralar...

31 Ekim 2009 Cumartesi

UYANMA VAKTİ (zaman beklemez ki beni)

time to wake up


Sürekli erteliyorum, doğdum doğalı böyle büyüdüm. Başka şehirleri merak ettiğimde büyüyünce çok gezeceksin dediler. Birşey almak istediğimde ilerde o kadar çok paran olacak ki o zaman alırsın dediler. Canım istediğinde kestanecideki sıcak kestaneleri, alır evde yaparız dediler. Öğrendim ertelemeyi...

Şimdi artık başkalarına ihtiyaç duymadan erteliyorum herşeyi. Kitaplarla bakıştığımda yarın okurum diyorum. Yazmadığım günler biriktikçe haftaya başlayacağım diyorum. Derse giderken aklıma geliyor sevdiğim arkadaşlarımla uzun zamandır görüşmediğim, ararım diyorum. Beğendiğim filmi bir gece mutlaka izlemeliyim diyorum ama hiç vakit bulamıyorum. Kendime ayırdığım zamanlar gittikçe azalıyor. Her gün kendime yabancılaşıyorum.

Erteledikçe zaman geçiyor. Biz çirkinleşiyoruz. Zaman geçtikçe biz büyüyor ve kendimiz dahil herkesten uzaklaşıyoruz. İnsanlıktan koşar adım kaçıyoruz. İçimizi acıtmıyor arabamızla, yanından geçtiğimiz kaza yapmış genç. Çünkü bizim daha önemli işlerimiz var. Bir daha ki sefer başka birine yardım ederiz deyip erteliyoruz...

Oysa zaman beklemez bizleri, gitti gider. O kitabı hiç okumadım, o yazıyı halen yazamadım, o arkadaşlarımı hiç ama hiç arayamadım. O filmin üzerine ikincisi çekildi, yayınlandı ben izleyemedim. ARTIK UYANMA VAKTİ!

www.kisi-sel.com

23 Eylül 2009 Çarşamba

HEM RUHUMA HEM KULAĞIMA

hello everyone

Mynet e çok fazla girip çıkan biri olarak sürekli görüyordum reklamını. Merak etmiyor değildim. Hatta bir iki defa girip denedim. Müzik sadece 30 sn çaldı ve bitti. Bende kullanışlı bir şey olmadığına karar verdim, pek ilgilenmedim. Ta ki bugün tekrar girip bir bakayım diyene kadar. Mynet in yeni servisi KAVUN dan bahsediyorum. Meğer üye girişi yapmadığım için 30 sn dinliyormuşum şarkıları. Hemen girdim keşfe başladım. Neler var, kimler var?

Kavun müzik severler tarafından keşfedilmeyi bekleyen bir bakire. Aradığım bir çok şarkıyı buldum bir kaç liste oluşturdum. Henüz çok fazla kullanıcısı olmadığından olsa gerek aradığınız her şeyi bulmanız mümkün değil. Ancak zamanla yaygınlaşacağını düşünüyorum. Bence internetten yasa dışı müzik indirmek yerine böyle bir siteye girip dinlemek çok daha güzel. Hem yanlış bir iş yapmamış olacaksınız, hemde bir dünya şarkı indirip bilgisayarınızı çökertmemiş.

Kulağımın pasını silecek, şöyle eskileri hatırlatacak bir liste peşinde koşmaya başladım. Nil BURAK, Tanju OKAN ve Ayla DİKMEN yetişti imdadıma. Bu üç sanatçının sevdiğim bazı şarkılarını alarak 8 şarkılık bir liste oluşturdum, hem ruhuma hem kulağıma.

işte listem http://kavun.mynet.com/#http://kavun.mynet.com/kavun/kisissel-hem-ruhuma-hem-kulagima/|liste/135422;kisissel

www.kisi-sel.com

21 Eylül 2009 Pazartesi

Herkese SAĞLIK, HUZUR ve MUTLULUK dolu bayramlar.

3928712066_f9c6df4b7f_o

Bulutların güneşi kapattığı, soğuk günlerde canım çok sıkılıyor. Sanki sokağa çıktığımda herkesin yüzünü asık bulacak gibi hissediyorum. Ben gülümsesem bile çok sahte kalıyor, olmuyor. Şimdi bi de böyle bir günde gel bayram yap. İşin yoksa çık ele güne karşı, boy göster...

"evladım sen bitirdin mi okulu?

-evet bir yıl oldu bitireli.

e şimdi ne yapıyorsun?

dershanede çalışıyorum.

haaaaaa iyi maaş veriyorlar mı?

e veriyorlar işte, idare eder.

çok da yorucudur?

tabii her işin zorlukları başka..."

Ve daha binlerce saçma soruyla boğuş. Evet devlette, 3 gün okula gidip gerisinde yatan ve benden daha az ders saysına sahip öğretmenlerden daha çok çalışıyor, haftada bir gün tatil yapıyor ve onların maaşlarının yarısından biraz daha fazla kazanıyorum ama bunu ben sorun yapmıyorum.  Zorla bana sorun yaptırmayın. Ayrıca daha az kazanıyor olmam hayatı sizden daha az becerebiliyorum anlamına gelmiyor, sizden daha az zeki olduğum anlamına da gelmiyor...

İşte bu yüzden biraz buruk geçiyor bu bayram ama hep bulutların suçu. Çekilselerdi güneşin önünden ben bu kadar aksi olmazdım. Yağmuru da çok severim ıslanmayı da ama özlüyorum güneşi. Herşeye rağmen bu tören layıkıyla kutlanmalıydı. Bayram sabahın ilk ışıklarıyla girdi eve, erken uyandırdı. Büyükleri ziyaretle başladık güne. Anneannemlerde biraz oturduk. Onları ziyarete gelen diğer insanlarla bayramlaştık. Sonra büyük teyzem ve diğer tanıdıklar. Akşama doğru eve geldik. Bize gelen misafirler oldu. Çok yoğun olmasa da orta yoğunlukta bir bayram yaşadık ilk gün. Küçük bir şehirde yaşamanın iyi tarafı, unutulmaması gereken güzel geleneklere bağlı kalabilmek için daha çok fırsatın olması. Özellikle böyle bayramlarda ulaşım sorunu çekmemek, daha sokağa çıkar çıkmaz tanıdıklar görmek. Kısaca bayramı soluksuz yaşayabilmek...

Herkese SAĞLIK, HUZUR ve MUTLULUK dolu bayramlar.

www.kisi-sel.com

17 Eylül 2009 Perşembe

SONBAHAR

YAZ

Sonbahar ın gelişiyle veda eder ağaçlar yeşile. Yaprak dökerler. Ayrılırlar üzerlerindeki güzel giysilerden. Okula başladığım ilk günü böyle bir sonbahar günüyle hatırlıyorum. Çok istemiştim okula gitmeyi, büyüyecektim. Akşam okuldan geldikten sonra, çıkıp sokağa artık okula gidiyorum diye bağırmıştım bir yandan kollarımı açıp dönerken. Hafif bir rüzgarla sarı yapraklar dans etmeye başlamıştı etrafımda…

Hep güzel başlamadı.  Bu yıl yaklaştıkça sonbahar, bende sarartıyorum içimde bir şeyleri. Zamanı geliyor bende vedalaşıyorum bir şeylerle. Anlıyorum ki her an görüşemesek bile, şehrimde olman yetiyormuş bazen. Bir yazı daha geride bırakırken, yaşadığımız bütün güzel anılarda sararıp geride kalıyor işte. Kalbimden parça parça düşse de yerlere “gitme” lerim. Ne yapalım elden birşey gelmiyor.  Bir süre daha yeni ve güzel anılar için, eskilerimizi döküp bekleyeceğiz.

“Sen bensiz kalacaksın
Belki çok üzüleceksin
Ama uzun zaman için değil, eminim
Sil gözünün yaşını
Elbette bekleyeceğim
Ve inan sadece seni özleyeceğim…”


www.kisi-sel.com

13 Eylül 2009 Pazar

ANTALYA - KEMER

SELİlk tatilimi 23 yaşımda yaptım. Ne ailemde ne de yaşadığım çevrede tatil kültürü yok. Yazları oturur evlerimizin önünde bekleriz. Bu yaz hangi akrabalar nerelerden gelecek diye. Uzağız biz bir çok yere. Çok para harcamaktan da korkuyoruz. Hiç bilmiyoruz ki neye ihtiyac duyarız, ona göre önceden harcama planı yapalım.

KEMERAntalya ya gittim. Kemer de güzel bir otelde konakladık. Kemer i ilk defa görecektim. Beklediğimden biraz daha küçük buldum. Ama huzurlu bir yer olarak gördüm. Tatilimiz boyunca hep mutluyduk. Hemen hemen her yere yürüyerek gidebiliyorsunuz, bunun yanında her adım başı taksiye rastlayabilirsiniz. 2 tane küçük özel hastahanesi de bulunan bir ilçe. Yeşili bol. Halen daha bazı yerlerde oteller, evler yapıldığı için merkeze uzak yerlerde görüntü sizi rahatsız etse bile, sahili güzel. Kemerde yabancı turist sayısıda fazla. Bazen sanki başka bir ülkeye tatil için gelmişsiniz gibi hissedebilirsiniz. Taksilerde, otobüslerde türk lirasının yanında dolar ve euro ücret tarifeleride bulunuyor.  Yanlış yaptığımız tek şey Antalya ya fazla gidip zamanımızın çoğunu orada geçirmek oldu. Denize fazla giremedik. ( yüzme bilmiyorduk ki zaten :) ) otelimiz grand viking otel di. Merkeze biraz uzak olsa da yürüyerek de gidilebilinir bir yerde. Kumsal a özel servisi var. Özel servisinin saatte 1 bir defa gidip gelmesini yetersiz bulduğumu söylemem lazım. Odaları gayet iyiydi. Yemekler çeşitliydi.

BEN VE SEVGİLİMTahmin ettiğim kadar masraflı değilmiş tatil yapmak. Bir yerden başlamak lazım hepsi bu. Hangi otel iyidir, hangisi kötüdür vs yaşamadan bilmek çok zor. Tatilinizi önceden internet aracılığıyla aldığınızda oldukça ucuza geliyor. Size sadece kiminle ve ne zaman  gideceğinize karar vermek kalıyor.